Aydınlanmanın Eril Aklı: Matilda Etkisi

Aydınlanmanın Eril Aklı: Matilda Etkisi

Aydınlanma çağı, aydınlanma düşüncesinin hakim olduğu bir dönem ve Ortaçağ’ın karanlık izlerini silme çabası olarak; 17.yy sonlarından 18.yy sonlarına kadar sürmüştü. Bu dönemde bilim insanları, eskinin bilinen doğrularını yerinden sarsıcı çeşitli bilimsel keşifler yapmaktayken, felsefi olarak geriye düşmüş dünyayı yeniden anlamlandırma çabasına girişmişlerdi. Aydınlanmacı görüşe göre dünyanın işleyişi rasyoneldir ve öznel olanın merkezde olduğu duygular alanı rasyonelliğin dışındadır. Duygular alanı ise, aydınlanma çağı dünya görüşünün temel ilkelerini ortaya koyan Newton paradigmasına göre de; akla ve matematiksel ilkeler mekanizmasına uygun olarak işlemeyen, ikincil, yeterli olmayan, gerçekten uzak, adlandırılamaz ve ötekidir. Kadınlar bu konumlandırmada duygular alanıyla özdeşleştirilmiş ve akıl-dışı olarak nitelendirilen alana itilmiştir. Çünkü kamusal dünya ve evrenin fiziksel dünyası akılla yönetilmeliydi. Bu akla ve aklın araçlarına da akılcı varlıklar olarak konumlandırılarak akılla özdeşleştirilen erkek sahip olmalıydı. Sonuçta akıl-dışı alan olarak nitelendirilen duygusal ilişkilerin, kişiye özgü tutumların, inançla, ahlaki yargı ve estetikle ilgili kısımların olduğu dünya kadının yer aldığı ikincil dünyaydı ve bu akılcı dünyanın akıldışı olarak atfedilene üstün olduğu ve onu denetlemesi gerektiği ön kabulüne sahiptiler.

17. ve 18.yy’larda kadının eş ve anne olarak evine ait olduğu düşüncesi neredeyse evrenseldi. Bu varsayım üzerinden de temellenen Aydınlanma Çağı; akılcılığı kamusal alanla, akıl-dışılığı ve ahlakı da özel alanla ve dolayısıyla da kadınla özdeşleştirmiştir. Öyle ki aydınlanma çağının önemli kazanımlarından olan ve modern dünyanın en önemli ahlaki savlarından birini de oluşturan; her bireyin doğuştan gelen ‘doğal’ haklara sahip olduğu düşüncesi, ne yasalar düzeyinde ne de yaşantı dünyasında kadınları kapsamıştır. Kadınlar, doğal haklar doktrinini oluşturan bu düşüncede salt insan olmalarından ötürü yer almaları gerekirken 18.yy feministlerinin başını çektiği uzun mücadele süreçleri sonunda ancak kazanımlar elde edebilmişlerdir. Fakat bu kazanımlar, toplumsal ve kültürel olarak yer edinmiş olan eşitsizliğin ve ezilmişliğin giderilmesinde yeterli olmamıştır. Aksine kadınların ikincil konumları ve baskılar farklı farklı alanlarda devam etmiş, yapıp ettikleri değersizleştirilerek eril olanın gölgesinde bırakılmıştır. Buna en çarpıcı örnekleri aydınlanma döneminden başlayarak günümüze kadar gelen bilim, teknoloji ve insanlığın gelişiminde önemli noktaları oluşturan gelişmelere ve keşiflere baktığımızda görebiliriz.

Tarih, sadece ilerlemenin tarihi olmamış aynı zamanda tek bir cinsin bu ilerlemeyi sağladığı yanılsamasını bize sunan eril olarak kurgulanmış olandır. Özellikle bilim tarihi içerisinde emekleri ve katkıları erkeklere göre küçümsenen, bir kenara itilen ve sömürülen kadın bilim insanlarını barındırmaktadır. Bu durum aydınlanma döneminden itibaren sistematik olarak gerçekleşen ve bilimi erkeklerin hegemonyasına alan önemli bir gerçektir. Öyle ki bilim tarihçisi Margaret W. Rossiter, 1993’te yayınladığı bir makalesinde bu konuya dikkat çekerek “Matilda Etkisi’’ adını vermiştir. Matilda etkisi olarak adlandırmasının sebebi ise 19.yy süfrajetlerinden Matilda J. Gage’in 1870 yılında Woman as Inventor adlı denemesinde erkek bilim insanlarının, kadın bilim insanlarına göre ön planda tutulduğunu dile getirmiş olmasıdır. Kadınların yaşadığı eşitsizliğe dair deneyimler aralarından bir asır geçse de değişmiyor, bir başka kadın tarafından eşitsizliğin yarattığı yıkım hissedilerek dile getiriliyor. Rossiter’in Matilda etkisi olarak bahsettiği bilimde cinsiyet eşitsizliği ve ayrımcılık, temelinde kadınların bilim tarihindeki rollerinin sistematik olarak değersizleştirilmesine dayanıyor.

Kadın bilim insanlarının bilime ve insanlığın ilerlemesinde rol oynayabilecek süreçlere yaptığı birçok katkı çoğunlukla beraber çalıştığı erkek meslektaşlarına atfediliyor ya da erkekler tarafından çalınıyor. Hatta eşlerine ithaf edilerek kadının tek başına bir adının ve görünürlüğünün olmadığı, yalnızca bir dipnottan ibaret görüldüğü çeşitli eşitsizlikler yaşatılmıştır. Matilda etkisiyle ve yaşadığı çeşitli baskılarla önü kesilerek başarılarını erkekler kadar duyamadığımız, bilim tarihi içerisinde erkek meslektaşlarının gölgesinde kalan birçok bilim kadınından bazılarının hikayelerine bakarak eşitsizliğin acısını duyabiliriz.

Cecilia Payne
Kadın bilim insanı Cecilia Payne, yıldızların hidrojen ve helyumdan oluştuğunu keşfettiğinde çalışmasını inceleyen Henry Russell bulduğu sonucu reddetmişti. Çünkü Russell’a göre Cecilia’nın vardığı sonuç, genel kabullere dayanmakta ve zamanın doğasına aykırıydı. Bu nedenle makalesini yayınlatmasını engelledi. Cecilia’nın çalışmasının doğru olduğunu 4 yıl sonra kendi yaptığı çalışmada gören Russell, makalesini Cecilia’yı hiç anmadan yayınladı. İlerleyen yılllarda Cecillia’ya da makalesini yayınlatmayan Henry’in adıyla Henry Norris Russell Ödülü verildi.

Lise Meitner
Nükleer fizikçi Lise Meitner, Nazi baskısı nedeniyle terk etmek zorunda kaldığı Almanya’daki meslektaşı Otto’ya mektupla yardımcı oluyordu. Otto, laboratuvarda uranyum atomlarını nötronlarla çarpıştırmış ancak çıkan sonucu yorumlayamayınca Lise’den yardım istemişti. Lise, çarpışma sonucu açığa çıkan enerjiyi hesaplamış ve nükleer fizyonu, yani atom çekirdeğini parçalayan mekanizmayı keşfetmişti. Bu buluş aynı zamanda atom bombasının geliştirilmesine de zemin hazırlamış, Lise ise bu projede çalışmayı reddetmişti. Otto ise tüm çalışmayı sahiplenerek yıllar sonra Nobeli aldığında Lise’den hiç bahsetmedi. Ancak uzun yıllar sonra 109 No’lu elemente onun anısına “Meitneryum” denildi.

Vera Rubin
Vera Rubin, galaksi dışındaki yıldızların merkezdeki yıldızlarla eş bir hıza sahip olduğunu keşfettiğinde erkek meslektaşları ona inanmamıştı. Sonraki yıllarda karanlık maddeyi, yani evrenin %25’ini kapladığı varsayılan maddeyi keşfettiğinde de yine kimse dikkate bile almamıştı. Oysa bugün biliyoruz ki karanlık maddenin keşfi, insanlığın en büyük keşiflerinden biri. Vera’nın çalışmasıyla Nobel almama ihtimali yoktu fakat çalışması görmezden gelinerek ödül alması engellendi. 2006’da, bu keşiften yaklaşık 20 yıl sonra benzer bir keşif yapıldığında Vera’ya büyük haksızlık yapıldığı da ortaya çıkmış fakat geç olmuştu.

Chien Wu
Manhattan Projesi olarak da bilinen atom bombası projesinde çalışan kadın bilim insanı Chien Wu, zamanının en önemli teorik fizikçilerinden biriydi. İki erkek meslektaşı ona gelip o dönem çok kabul görmüş olan Eşlem Korunumu Yasası’nı çürütmek için yardımcı olacaklarını söylemişti. Wu’nun onlarla yaptığı deney, 30 yıllık bir kabulü bulunan Eşlem Korunumu Yasası’nı yıktı. Ancak meslektaşları bu deneyden çıkan sonucu kendilerine mâl ederek Nobel’i aldılar.

Rosalind Franklin
Rosalind Franklin, doktorasını bitirip farklı bir üniversitede görev aldığında kendisi gibi DNA üzerinde çalışan Wilkins ile karşılaştı. Rosalind’e kendi projesini yöneten bir araştırmacıdan çok adeta asistanı gibi davranan Wilkins, bir yandan da onun çalışmalarını inceliyordu. Bir gün Rosalind’in haberi olmadan onun bugün “Fotoğraf 51” olarak bilinen meşhur DNA görüntüsünü, 2 farklı akademisyenle paylaştı. Görüntüyü inceleyen Watson ve Crick isimli akademisyenler, Wilkins ile beraber ortak bir dizi makale yayınladılar. Yıllar sonra Watson, Crick ve Wilkins Nobel ödülünü kazandıklarında, ödülden çok önce ölen Rosalind’in ödül töreninde ismini bile geçirmediler.

Esther Lederberg
Esther Lederberg, ilk eşi Joshua ile birlikte antibiyotik direncini incelemek için çalışmalar yapmış ve sonuçları beraber yayınlamışlardı. Ancak Nobel Ödül Komitesi, Esther’i görmezden gelip, ödülü eşine ve onun iki erkek meslektaşına vermeyi tercih etti.

Nettie Marie Stevens
Genetik tarihindeki en büyük buluşlardan birini yaptığında daha 39 yaşında olan kadın bilim insanı Nettie Marie Stevens; o zamana kadar sürekli tartışılan bebeklerin cinsiyetini belirleyen şeyin ne olduğunu, yani X ve Y kromozomlarını bulmuştu. Ancak Nobel ödülü, Netti’ye değil, aynı zamanlarda aynı keşfi yapan bölümdeki erkek meslektaşı Thomas’a verilmişti.

Bugün Nobel ödülü alan 800’ün üzerinde erkek bilim insanı varken ödülü alan kadın bilim insanlarının sayısı 50’yi geçmiyor. Matilda Etkisi, 122 yıllık Nobel ödülleri tarihinde kendisini somut olarak göstermiş eşitsizliğin yıkıcı etkisine destek olmuştur. Aydınlanmanın eril aklı, kadını aklın ve bilimin dışında tutarak, kadını ancak duygusal alanla, akıl-dışı nitelendirilen alanla özdeşleştirerek Matilda Etkisinin sistematik olarak bilim tarihi içerisinde yer etmesine ön ayak olmuştur. Bilimdeki eril tahakküm farklı eşitsizlik biçimleriyle kendini sürdürürken kadının adı halen ya popülist bir siyasetçinin söyleminde ya da medyada erkek meslektaşının, kocasının adı altında gölgelenmekte, yok sayılmakta. Kadınlar ise başarılarıyla, kadının adını yok saymaya çalışan ve yeni Matilda’lar yaratmaya çalışan her alanda inatla, mücadeleyle var olmaya devam edecek.

yazı

Merhaba! Ben İlknur Kökçü. Sosyoloji ve toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine çalışıyorum. Akademik ilgi alanlarımı göç sosyolojisi ve dezavantajlı gruplar oluşturmakta. Bu doğrultuda da kendimi geliştiriyor, çeşitli kuruluşlarda gönüllülük yapıyorum; aynı zamanda münazara ile ilgileniyor, tiyatroya gitmeyi seviyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir