Mansplaining: Erbilmişlerin Ahkam Kesmesi
Gündelik etkileşimlerimizin bir parçası olarak sözlü ya da sözsüz iletişim kurmak, çeşitli diyaloglar içerisinde bulunmak; sosyal bir benliğe ve boyuta sahip olan biz insanlar için adeta kaçınılmaz bir durum. Bu kaçınılmazlık içerisinde kurduğumuz etkileşimlerin cinsiyetlendirilmiş bir yanının olduğunu ve normal olarak karşılanması beklenen çoğu iletişim biçiminin aslında cinsiyete dayalı bir hiyerarşiyle eril bir üstencilik barındırdığını söylemek mümkündür. Öyle ki günlük etkileşimde, cinsiyetçiliğin dil ve söylem aracılığıyla yer edinen bu yansımaları genellikle fark edilmeden geçilir ve içselleştirilir; böylece “doğal” davranış olarak algılanır. Bu algılama aynı zamanda toplumsal süreçler bakımından da pekiştirilerek hem özel hem de kamusal alanda yer edinir. Dolayısıyla gündelik hayatın akışı içerisinde var olanın, olması gerekenin o olduğuna ikna edildiğimiz bir dizi normların içerisinde yer alarak etkileşimlerimiz üzerine daha az düşünme eğiliminde bulunuruz.
Rebecca Solnit, bizi gündelik konuşmalardaki toplumsal cinsiyet rollerine odaklanmaya çağırdığı ve bu alana öncülük etmesine yol açan ‘Men Explain Things To Me’ makalesinde yaşadığı deneyimi aktararak bu konuda bir tartışma yürütüyor. Aynı zamanda bir yazar olan Solnit, aktardığı deneyiminde yazarı olduğu bir kitap hakkında aslında kitabı okumadığı halde kitabın içeriğini kendini beğenmiş bir tavırla ona aktarmaya çalışan ve bunu yaparken Solnit’i ve dediklerini ısrarla duymayan bir adamdan bahseder. Solnit, adamın üstenci tavrının ve üzerinde otorite kurmaktan çekinmeyen halinin, bildiği bir konuda kendisine nutuk atılmasının sadece o adamın yaptığı bir eylem olmadığını ve bir kadın olarak gündelik etkileşimlerinde ve erkekler ile kurduğu iletişimlerinde oldukça sık deneyimlediği bir durum olduğundan bahseder ve kadınların sesini bastıran, onları kendi fikirlerinin değeri hakkında sorgulamaya iten bu davranış kalıplarını, gündelik konuşmalardaki cinsiyet rollerinin bir uzantısı olarak ele alır.
Solnit’in 2012 yılında yazdığı bu yazısı oldukça dikkat çekti ve özellikle benzer deneyimlere sahip olan fakat bunu anlamlandırmakta zorlanan kadınlar tarafından kısa sürede sahiplenildi ve ‘mansplaining’ yani ‘erbilmişlik’ olarak çevirebileceğimiz kavram etrafında buluşuldu. Mansplaining, bir erkeğin tipik olarak bir kadına, -özellikle karşıdaki kadının bildiği hatta uzmanı olduğu bir konuyu küçümseyici veya tepeden bakan bir şekilde, ben bilirimci ‘öğreten/gösteren adam’ tarzında bir şeyi açıklaması olarak tanımlanır.
Mansplaining yapan erkek; çoğunlukla tepeden, küçümseyici, buyurgan, kendine aşırı güvenli ve kendini yücelten bir ses tonuyla konuşarak iletişimde kadınları dezavantajlı kılan bir güç dinamiği üretir. Mansplaining’deki ‘splaining’ bir ayrıcalığı ve iktidar konumunu çağrıştırır. Kavramın işaret ettiği erkek, kendi deneyimlerinin ve bilgisinin evrensel, tekil bir norm olduğunu varsayan beyaz, heteroseksüel bir erkektir. Toplumsal kabulde makbul olarak yer alan ve eril ayrıcalıklara da sahip olan bu erkek; kadınlara, öteki olarak atfedilen dezavantajlı gruplardan bireylere de açıklama yapmaktan ve hatta sadece onlara has bedensel deneyimlere yönelik mansplaining yapmaktan da çekinmemektedir. Dolayısıyla bu kavram feminist literatürde whitesplaining, cisplaining ve hetsplaining olarak da yer almaktadır.
Mansplaining, sadece erkeklerin kadınlara gereksiz açıklamalarda bulunma biçiminden ya da küçümseyici bir tavırla bunu yapıyor olmalarının da ötesinde aynı zamanda kadınların kendilerini ifade etmelerinin sistematik olarak önünün kesilmesidir. Kadınları susturan ve ataerkil toplumsal yapılar tarafından da desteklenen kurumsallaşmış bir baskı biçimidir. Öyle ki bu toplumsal yapılar kadınların erkeklerden daha fazla konuştuğu fikrini yer ettirerek; bu baskıyı görünmez de kılmıştır. Oysa gerçeklik, erkeklerin konuşmalarda baskın ve lider rolünde çoğunlukla mansplaining yaparak; iş yerlerinde, grup toplantılarında, akademide, sınıfta ve dahası siyasette yer edindiğidir. Özellikle STEM alanlarında çalışan kadınlar, toplumsal mesleki cinsiyet eşitsizliği sebebiyle daha az kadının bu alanlarda istihdam ediliyor olmasından dolayı iş yerlerinde erkeklerle en çok etkileşim kuran gruptalar. Onların bu deneyimi hem görünürlük hem de mobbing noktasında yer alarak gerçekliği çarpıcı şekilde sunuyor. Alanlarında ne kadar uzman ya da yetkin olurlarsa olsunlar STEM alanlarındaki eril hegemonya nedeniyle yaptıkları işler görünmez kılınırken; bir yandan da erkek meslektaşlarının iletişim süreçlerindeki mansplainingine maruz kalmaktalar. Dolayısıyla kendilerini ifade etmelerinin önü kesildiği gibi ifade ettiklerinde de düşüncelerine yönelik erkek meslektaşlarınkine biçilen değerin çok altında bir değerle karşılaşmaktalar.
STEM alanlarındaki maaş, istihdam gibi toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelinde yer edinen görünür sorunların yanında bir de çalışma hayatında yaşanan bu tip sorunlar bu alanlarda çalışan kadınların durumları hakkında daha fazla düşünmeyi gerektirmektedir.
Solnit, mansplaining hakkında; erkeklerin kendilerine yönelik aşırı güvenlerini çalıştırdığından ve buna karşın kadınları da kendinden şüphe duyma ve kendini sınırlama konusunda eğittiğinden söz eder. Bu davranış kalıplarının aynı zamanda toplumda bir dizi sosyalizasyon süreçlerinin bir uzantısı ve normalize edilen sonuçları olduğunu söylemek mümkün. Öyle ki erken çocukluktan itibaren kızlara boyun eğen davranışlara değer vermeyi, yüksek sesle ve çok konuşmamayı öğretirken; erkeklere baskın olan davranışlarda bulunmayı öğreten bir aile yapısına sahibiz. Bu davranışlar, kızlara erken yaşlardan itibaren seslerinin erkeklerden daha az değerli olduğunu söyler. Ve kişilik kalıplarını oluşturarak; daha sonra hem erkekleri hem de kadınları yetişkinliğe kadar takip edip dilsel ve kültürel olarak etkiler. Bu aynı zamanda mansplainingin sistematik olarak yer edinmesinin de temel sebepleri arasında yer almaktadır.
Bugün kadınların seslerini daha fazla duymak istiyorsak kız çocuklarına fikirlerini sorarak; kendilerini çekinmeden ve korkmadan ifade etmelerinin önünü açmamız gerekiyor. Ve kadınlar kamusal alanda daha fazla yer edindikçe, eril hegemonyaların kurulduğu alanlardaki eşitsizlik kalıplarını yıktıkça; konuşma normlarının dinamiği de eşitlik temelinde değişecektir.
Merhaba! Ben İlknur Kökçü. Sosyoloji ve toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine çalışıyorum. Akademik ilgi alanlarımı göç sosyolojisi ve dezavantajlı gruplar oluşturmakta. Bu doğrultuda da kendimi geliştiriyor, çeşitli kuruluşlarda gönüllülük yapıyorum; aynı zamanda münazara ile ilgileniyor, tiyatroya gitmeyi seviyorum.